31 Mayıs 2012 Perşembe

Terasim icin bir güzellik yaptim

 resim gibi...
 Aslinda eski tahtalarla yapmak istedim ama buralarda eskisini bulmak zor,bende satin aldim..Basladik cerceve saksiyi yapmaya..esim sagolsun köse kisimlari yapmak icin ozel kesim aleti almis resimde görünen dikdörtgen tahtada sablon kesikler var ona göre köseleri kesip cerceve olusturuluyor,tahtalari kesip köse kisimlarindan hem civiledik hemde yapistirdik saglam olsun istedim asacagim icin tehlikeli olmasin... ;)
 önce gri boyadim ,krem renginin altindan hafif gözüküp tahtaya eski havasi versin istedim..
 kurutma islemi ;)
 boyalarin kurumasi cok zaman aldi 2 gün sürdü tamamen bitirmek

 saksilarimi yeni almadim bunlar bende vardi kullaniyordum terasta,düsündügüm gibi de tam uydu ;)
Saksinin ortasindaki delikten tahtaya vidayla monteledim ,sonrada sicak tutkalla bosluklari doldurdum ki saglam olsun..
 iste böylece tamamlanmis oldu,sira geldi ciceklerimi yerlestirip saksilari asmaya..
 :)

 Ama cook güzel olmadimi ?en azindan emegimize  deydigine  eminim...
Hemen bir kahve yapip yorgunlugumu atmaliyim ciceklerimi seyrederken...

30 Mayıs 2012 Çarşamba

Aşk


Boşluk,
“Ateş, hava, rüzgar ve suyun yanı sıra dünyayı şekillendiren beşinci unsur: Boşluk. Açıklanamaz, denetlenemez, dolayısıyla gerilla taktiği uygulanamaz boyut. Biz insanlar bunu tam olarak kavrayamasak da varlığının farkındayız.”

Yaşamak;
“En güçlü kanaatlerimiz dahi basit bir yanlış anlamadan kaynaklanıyor olabilirdi. Zaten hayatta hiçbir konuda sabit fikirli ve katı olmanın gereği yoktu; zira yaşamak demek habire değişmek demekti”
 

İbadet;
“Aşk yoksa ‘ibadet’ bir kuru kelimeden, yan yana gelmiş altı harften ibaret. Dışı kabuk, içi oyuk. İnsan aşkla ve aşkta iman etmeli; damarlarında gürül gürül hissederek Allah ve insan sevgisini.”



Rumi düşünür;
“İnsan senelerce uğraşır, kendi sözlüğünü oluşturur. Önem verdiği her kavrama bir tanım bulur…. Derken bir gün, işte o yabancı gelir ve kıymetli sözlüğünü alıp fırlatır.
‘Şimdiye değin sorgusuz sualsiz sahip çıktığın her tanım baştan yazılacak’der. ‘Bildiğin her şeyi unutma zamanı geldi.’



Şems der ki;
"Allah'a da herkes itibar etmiyor. O'na iman etmeyi de mi erteleyeceğiz? Peygamber Efendimize de herkes iltifat etmez. O'nu anmayı da mı erteleyeceğiz? Aşka da herkes hürmet etmez. Ne yani, aşık olmayı da mı erteleyeceğiz? "



Şems'e göre aşk;
"....bir milad demektir. Şayet 'aşktan önce' ve 'aşktan sonra' aynı insan olarak kalmışsak, yeterince sevmemişiz demektir. Birini seviyorsan onun için yapabileceğin en anlamlı şey değişmektir. O kadar çok değişmelisin ki, sen olmaktan çıkmalısın."



Rumi'ye göre Şems;
"Şemsle ben, iki ayrı insan değil, biriz aslında. Ayın bir aydınlık yüzü var, bir karanlık. Şems benim serkeş yüzümdür. O benim asi yanımdır. Kimse görmez ama onun her isyanında ben varım."



Şems, satranç oynuyor;
"Hayat da tıpkı satranç gibi. Bazı hamleleri kazanmak için yaparsın, bazı hamleleri de sırf oyunun akışı bunu gerektirdiği, doğrusu bu olduğu için yapar ve yenilirsin."



Aziz, Ella'ya der ki:
"Aşk kullanıla kullanıla içi boşaltılmış bir kelimeye döndü ama sen varlığınla aşkı yüceltebilirsin."


Aşk / Elif Şafak

(& Bahcemdeki Cicekler)

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Bazı insanlar...



Benjamin Button'un Tuhaf Hikayesi


Caroline ölmek üzere olan annesinin yanında, hastanededir. Annesi, ki filmin esas kadınıdır, kızına bir hikaye anlatır. Filmin esası, özü bu hikaye en baştan verilir. Tren istasyonundaki saatin hikayesidir bu. Tersine işleyen saat...
"Bu tren istasyonunu 1918 yılında yapmışlar. Açılış gününde baban oradaymış.Söylediğine göre açılışta bir tuba orkestrası varmış. O olağanüstü saati Güney'in en iyi saatçisine yaptırmışlar.Adı Bay Gateau'ymuş. Evangeline Parish'ten Fransız asıllı bir kadınla evliymiş ve bir oğulları varmış. Bay Gateau doğuştan körmüş. Oğulları yeterince büyüdüğündeorduya katılmış. Onu koruması için Tanrı'ya dua etmişler. Aylarca o saat üzerinde çalışmaktan başka bir şey yapmamış. Bir gün bir mektup gelmiş. Bay Gateau kahrolmuşve kalkıp yatağına gitmiş. Nihayet, oğulları eve dönmüş. Onu, zamanı geldiğinde birlikte olacakları aile mezarlığına gömmüşler. Bay Cake, saatini bitirebilmek için üzerinde çalışmaya devam etmiş.Unutulmaz bir sabahmış. Baban her yerden insanların hatta Teddy Roosevelt'in bile geldiğini söylemişti. "
ve demiş ki açılışta;

"Bu saat ters çalışıyor. Onu böyle yaptım çünkü belki bu sayede savaşta kaybettiğimiz çocuklar kalkıp eve dönebilirler.Çiftçilik yapar, çalışır çocuk sahibi olur uzun bir hayat sürebilirler. Belki benim oğlum da eve dönebilir. Sizi üzdüysem özür dilerim.Umarım saatimi beğenirsiniz."
"Bir daha Bay Cake'i gören olmamış. Bazıları, kalbi kırıldığı için öldüğünü bazıları da denize açıldığını söylemiş."
Ve fakat zaman tersine işlemiyor. Çünkü "öyle olmaması gerekiyor." En basit, en yalın, en kapalı ama tek cevap bu. Ama herkesin zaman zaman ya da zamanın birinde, eninde ya da sonunda kendisine ya da başkasına sorduğu sorulardan, merak ettiklerinden biridir bu. Zaman tersine işleseydi, ne olurdu?
Film cevaplardan biri. Pek çok cevabı olabilir. Çünkü soru yeryüzüne inmesi mümkün olmayan, ayakları yere basmayan bir soru. Tuhaf bir istek ve dolayısıyla tuhaf, masalsı bir hikaye...
Ve Caroline, annesinin isteği üzerine bir günlüğü okumaya başlar. Okuduğunun babasının güncesi olduğunu bilmez.
"Bu benim son arzum ve vasiyetimdir. Bırakacak fazla bir şeyim yok. Sadecebir kaç mal mülk. Hiç param yok. Bu dünyadan, geldiğim şekilde ayrılacağım.Yalnız ve hiçbir şeyim olmadan. Sadece hikâyem var. Hâlâ hatırlayabiliyorken onu yazıyorum.Adım Benjamin. Benjamin Button."
... diye başlar hikaye.


"Sıra dışı koşullar altında doğdum. Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda. Söylediklerine göre, dünyayagelmek için çok güzel bir geceymiş. " diye devam eder.
Benjamin, yaklaşık seksen yaşlarında doğan bir bebektir. Annesi doğum sırasında ölür. Bir hilkat garibesi olarak görülür babası tarafından. Bir yaşlılar evinin merdivenlerine bırakır büyükmüş de küçülmüş Benjamin'i. Yetimhaneye değil, yaşlılar evine! Benjamin'in hayatı ironidir zaten. Bu ne ki...
Allah'tan yaşlılar evinin bakıcısı/sorumlusu siyahi hatun Queenie merhametlidir. Bakış açısı farklıdır. "Tanrı'nın işi bu." der ve Benjamin'i sahiplenir.

"Eski bir çömlek kadar çirkin olabilirsin ama yine de Tanrının çocuğusun," der kundaktaki Benjamin'e.
"Queenie, bazı kulların yaşamaması gerekir." diyen sevgilisine cevabı da ;
"Hayır, bu bebek kesinlikle bir mucize. Sadece, görmeyi umut ettiğimiz türden bir mucize değil." diye mucizevi bir cevap verir.


"Neredeyse katarakttan kör olacak.
Duyabildiğinden de emin değilim.
Kemiklerinde eklem iltihabı var.
Cildi tüm esnekliğini kaybetmiş.
Elleri ve ayakları sertleşmiş.
Yeni doğmuş birinde değil 80 yaşlarında, bir ayağıçukurda bir adamda olabilecek tüm deformasyon ve hastalıklara sahip."
Biridir O.

"Çocuk olduğumu bilmiyordum. Orada yaşayan herkes gibi altın yıllarını yaşayanyaşlı bir adam olduğumu sanıyordum. " diyor Benjamin yaşlılar evinde geçen zamanı hakkında.
Ve Queenie'nin bilgeliğiyle büyür (küçülür ya da) Benjamin.
"Herkes kendini bir şekilde farklı hisseder. Ama hepimiz aynı yere gidiyoruz. Sadece farklı yollardan yürüyoruz, hepsi bu. Senin de kendi yolun var Benjamin."
"-Anne, daha ne kadar yaşayacağım?
-Sadece yaşadığın süreye şükret Benjamin."
"Büyümek için harika bir yerdi. Hayatın tüm tutarsızlıklarını bir yana bırakmışinsanlarla beraberdim. Sadece, hava durumunu banyonun sıcaklığını gün batımını merak ederlerdi. " diyor Benjamin.
Ve sonunda bir çocukla tanışır. Büyükannesini ziyarete gelen Daisy ile... Hayatının aşkı ile... Ama "ya Daisy Benjamin'e erken gelmiştir ya da Benjamin Daisy'e geç kalmıştır", yani tuhaf bir hikayedir devam eder...


Yaşlıların hepsinin ayrı bir hikayesi vardır. Kısa cümleler ve görüntülerle o kadar başarılı verilir ki bu hikayeler, dallanıp budaklanıp bunaltmaz insanı. Ama etkiler.

"Bazen en az hatırladığımız insanların üzerimizde büyük etkisinin olmasıçok tuhaf bir şey. Elmaslar taktığını hatırlıyorum ve her zaman,dışarı çıkacakmış gibi şık giyinirdi. Oysa hiç çıkmadı vekimse onu ziyarete gelmedi. Bana piyano çalmayı öğretti. "


"-Ya sana, herkesin tersine,yaşlanmak yerine gittikçe gençleştiğimi söyleseydim?
-Şey, senin için üzülürdüm. Sevdiğin herkesin senden önce öldüğünü görmek zorunda kalmak berbat bir mesuliyet.
-Yaşamak ya da ölmek hakkında daha önce hiç böyle düşünmemiştim.
-Benjamin, sevdiğimiz insanları kaybetmemiz gerekir. Bizim için ne kadar değerli olduklarını başka nasıl anlayabiliriz ki?"


" 1936'da, bu hayattaki 17. yılımı doldurduğumda eşyalarımı toplayıp veda ettim. Hayatın nasıl bir şeyolduğunu biliyordum muhtemelen bir daha onları hiç göremeyecektim."
Kaptan Mike Clark ile bir romorkörde çalışmaya başlar Benjamin. Uzak denizlere yelen açar.


"- Nereye gidiyorsun?
- Denize açılıyorum. Sana kart yollarım. Her yerden.
-Bana her yerden kart gönder."


"Düşünebiliyor musun? Gittiği her yerden bana kart gönderdi. Çalıştığı her yerden. Newfoundland, Baffin Bay,Glasgow, Liverpool, Narvik..."


Ve Elizabeth ile tanışır.
"Sevgili Daisy, Rus limanı Murmansk'taçalışıyorum. Burası çok soğuk.Biriyle tanışıp aşık oldum." Benjamin.
"Çok güzel bir adı olan küçük birotelde kaldık. "Kış Sarayı." Adı Elizabeth Abbott'tı. Güzel değildi. Kağıt gibi dümdüzdü. Ama bana güzel görünüyordu. Kocası Walter Abbott Murmansk'taki İngiliz Ticaret Heyeti'nin başkanı ve bir casustu. Sonra bana gittiği her yeri anlattı ve gördüğü her şeyi. Şafak sökene kadar konuştuk ve sonra kendi odalarımıza, farklı hayatlarımıza döndük. Ama her gece o lobide buluştuk. Gece yarısında bir otel büyüleyici bir mekana dönüşebilir. Fare koşup durur. Kalorifer tıslar, perde sallanır. Sevdiğiniz insanların,kimsenin onlara zarar veremeyeceği yataklarında uyuduğunu bilmek,huzur verici, hatta rahatlatıcı bir şeydir. Eizabeth ve ben gün ağarana kadar bütün gece oturuyorduk. "

Ve Elizabeth'in de tuhaf bir hikayesi vardır elbet, filmdeki herkes gibi;

"19 yaşımdayken Manş Denizi'ni yüzerek geçen ilk kadın olmayı denedim.Ama o gün akıntı öyle güçlüydü ki attığım her kulaçta iki katıgeriye sürükleniyordum. 32 saat suda kaldım. Calais'ten iki mil uzaklaştığımda yağmur başladı.Daha fazla devam edemediğim zaman durdum. Öylece durdum. Herkes tekrar deneyecek miyim diye sordu."Neden denemeyeyim ki?" dedim. Ama bir daha hiç denemedim. İşin doğrusu ondan sonra hayattahiçbir şey başaramadım."
Kendi kendine yeniktir Elizabeth. Zamandan bağımsız mıdır? Hayır.
"Bekleyip durdum. Hayatımı değiştirecek bir şeyler yapmayı düşünerek bekledim.
Asla geri gelmeyecek boşa harcanmış bir hayat. Boşa geçmiş zaman."


Ve Benjamin bir ayrılık ve bir savaş atlatıp evine, annesi Queenie'ye geri döner.
"-Anlatmaya değecek bir şeyler öğrendin mi?
- Bir şeyler yaşadım tabii.
- Acı çekmişsin. Mutlu da olmuşsun.
- Evet, oldum.
-Evet, işte bunu duymak istiyordum."

"Eve dönmek çok tuhaf. Aynı gözüküyor, aynı kokuyor,aynı hissettiriyor. Değişenin kendiniz olduğunu fark ediyorsunuz. "


"Ben giderken o küçük bir kızdı, şimdiyse bir kadın olmuştu. Hayatımda gördüğüm en güzel kadındı. "

Evet, nihayet birbirlerine "zamanın ortasında" yetişiverirler. Ama bu sefer de zamandan bağımsız çarpışmalar yaşarlar ve birbirlerine teğet geçerler.


Ve babadan geç kalmış bir itiraf;
"Benjamin, sen benim oğlumsun. Sana daha önce söylemediğim için çok üzgünüm. 1. Dünya Savaşı'nın sona erdiği gece doğdun.Annen seni doğururken öldü. Senin canavar olduğunu düşündüm.Annene sana iyi bakacağıma söz vermiştim. Seni asla terk etmemeliydim."

Bir şey ifade eder mi Benjamin için? Etmez. İtiraf genellikle, edenin işine yarar. Edilenin değil.


Daisy dansçıdır. Ve o muhteşem anlatımla Daisy'nin başına gelenler;
"Bazen çarpışma noktasındayızdır ama farkına varmayız. Tesadüfen ya da bilerek ayarlanmış da olsa bu konuda yapabileceğimizbir şey yoktur.
Paris'te bir kadın alışverişe gidiyordu. Ama mantosunu unuttuğu için onu almak üzere geri döndü. Mantosunu aldığında telefon çaldı durup açtı ve bir kaç dakika konuştu. Kadın telefonda konuşurken Daisy, Paris Opera binasında gösteri için prova yapıyordu. O prova yaparken kadın telefonu kapatıp dışarı çıkarak taksiye bindi. Önceki müşterisini bırakan taksi şoförü bir fincan kahve içmek için mola vermişti. Bütün bunlar Daisy prova yaparken oldu.Önceki müşterisini bıraktıktan sonra kahve molası veren taksi şoförü şimdi bir önceki taksiyi kaçıran alışverişe giden kadını almıştı. Taksi, saatini kurmayı unuttuğu için işe gitmek üzere evden her zamankinden 5 dakika geç çıkan adam karşıdan karşıya geçtiği için durmak zorunda kaldı.
İşe geç kalan adam karşıdan karşıya geçerken Daisy provayı bitip duşa girmişti. Daisy duş alırken, taksi de kadını tezgahtar kızın erkek arkadaşından ayrıldığı için hazırlamayı unuttuğu paketi almak için girdiği butiğin önünde bekliyordu. Paket hazır olduğunda taksiye dönen kadının önüne bir kamyon çıkmıştı. Bu sırada Daisy giyiniyordu. Kamyon yoldan çekildiğinde taksi harekete geçti. Bu sırada Daisy, giyinmiş ayakkabısının bağı çözülen bir arkadaşını bekliyordu. Taksi trafik ışığında durduğunda Daisy ve arkadaşı tiyatronun arka kapısından çıktı. Sadece bir şey farklı olsaydı...
...o ayakkabı bağı çözülmeseydi...o kamyon daha önce geçseydi ya da o paket hazır olsaydı çünkü kız erkek arkadaşından ayrılmamış olsaydı...ya da o adam saatini kurup beş dakika önce kalksaydı...ya da o taksi şoförü kahve molası vermeseydi...ya da kadın mantosunu unutmasaydı...ve bir önceki taksiye binseydi...Daisy ve arkadaşı karşıdan karşıya geçerken taksi de onları geçip gidecekti.
Ama hayat kimsenin kontrol edemediği yaşamların ve olayların kesişiminden ibarettir. O taksi geçip gitmedi ve o şoförün bir anlığına dikkati dağıldı ve taksi Daisy'e çarptı."
Kelebek etkisi....


Daisy artık dansedemeyecektir. Benjamin, Daisy'nin yanında kalıp ona bakmak, yardım etmek ister ama Daisy kesin ve keskin bir dille reddeder.

"Hayatımdan çık." der.
Sebebi esasında şudur :
"Beni öyle görmesine dayanamayacağımı anlamadı."
Yine zamandan bağımsız bir teğet geçme...
Yine de bir zaman sonra biraraya gelebilirler.

"- Çok gençtim. Sen de çok yaşlıydın.
-Olması gereken zamanda oldu."
"Düşündüm de sen 1918'de doğmuşsun,49 yıl önce. Ben 43 yaşındayım. Hemen hemen aynı yaştayız. Ortada buluştuk. Sonunda birbirimize yetişebildik."


"-Hiç kırışığın yok. Ben her gün daha da kırışıyorum. Hiç adil değil.
-Kırışıklarını seviyorum.İkisini de.
-Gittikçe gençleşmek nasıl bir şey?
-Tam olarak bilemiyorum. Hayata hep kendi açımdan baktım.
-Cildim yaşlanıp sarktığında yine beni sevecek misin?
-Aknelerim olduğundayine beni sevecek misin? Yatağımı ıslattığımda? Merdivenin altında ne olduğundan korktuğumda?
-Ne? Ne düşünüyorsun?
-Hiçbir şeyin neden sonsuza dek sürmediğini düşünüyordum ve bunun ne kadar yazık olduğunu.
-Bazı şeyler sürer.
- İyi geceler Daisy.
- İyi geceler Benjamin."
Çok fazla mobilya almadık. Salonda piknikler yaptık. Ne zaman istersek o zaman yemek yedik.
İstediğimiz zaman bütün gece uyumadık. Asla rutin bir hayat yaşamayıp aynı saatte yatıp kalkmayacağımıza ant içmiştik. O yatağın üzerinde yaşadık."


Ve Daisy hamile kalır. Benjamin hala gençleşmektedir. Ve korkar.
-Ona gerçek bir baba bulmak zorundasın.
-Sen neden bahsediyorsun?
-Yanında büyüyeceği birine ihtiyacı var.
-Ne olursa olsun kabullenmeyi öğrenecek. Seni seviyor.
-Tatlım, babaya ihtiyacı var oyun arkadaşına değil.
- Sorun ben miyim?
- Tabii ki hayır.
-Yaşım seni rahatsız etmeye mi başladı?Bunu mu söylüyorsun?
-İkimizi birden büyütemezsin."
Ve Benjamin gitmeye karar verir.

"Pontchartrain gölündeki yazlık evi sattım. Button Düğmeleri'ni sattım. Babamın yelkenlisini sattım. Hepsini tasarruf hesabına yatırdım. Böylece, beni hatırlayabilecek kadar büyümeden önce gittiğimde sen ve annen yaşamınızı sürdürebilirdiniz. Sadece üzerimdekilerle oradan ayrıldım."


Kızına yazdığı mektup:
"Hiçbir şey için asla çok geç değildir ya da benim durumumda, istediğin kişi olmak için çok erken değil. Zaman sınırı yoktur, istediğin zaman başlayabilirsin. Değişebilir ya da aynı kalabilirsin. Bunun bir kuralı yoktur. En iyisini ya da en kötüsünü yapabiliriz. Umarım, sen en iyisini yaparsın. Umarım, seni şaşırtacak şeyler yaşarsın. Umarım, daha önce hiç hissetmediğin şeyler hissedersin. Umarım, değişik bakış açıları olan insanlarla tanışırsın. Umarım, gurur duyacağın bir hayatın olur. Öyle olmadığını anlarsan umarım, en baştan başlayacak gücü bulursun."

Daisy başkasıyla evlenir, kızı büyür ve Benjamin gittikçe çocuklaşırken zaman akıp durur.
Ve bir gün Benjamin geri döner.

"- Çok daha gençleşmişsin.
- Sadece dış görünüşüm.
-Haklıydın. İkinizi birden büyütemezdim. O kadar güçlü değilim."


Ve nihayet Benjamin kayıp bir çocuk olarak bulunur, tevafuk başlangıç noktasına, yaşlılar evine geri döner. Daisy de oraya taşınır. benjamin artık beş yaşındadır. Daisy ile tanıştığı yaşta ama Daisy'nin onu hiç görmediği bir görünüşte.

"Günler geçtikçe, onun yürümeyi, konuşmayı unutuşunu izledim."

"2002'de o tren istasyonuna yeni bir saat astılar. 2003 ilkbaharında bana baktı ve o an beni tanıdığını anladım. Sonra sanki uyuyacakmış gibi gözlerini yumdu. "

Ve Benjamin, Daisy'nin kollarında bir bebek olarak hayat sahnesinden çekilir.


"Manş Denizi'ni yüzerek geçen en yaşlı kadın bugün Calais'e vardı. 34 saat, 22 dakika ve 14 saniye yüzdü. 68 yaşındaki Elizabeth Abbott, saat 5:38'de buraya vardığında yorgun ama mutluydu. "

"-Bayan Abbott, bu başarınızı nasıl tanımlıyorsunuz?
-Sanırım, hiçbir şey imkânsız değildir."


"Sinekkuşu sıradan bir kuş değildir. Kalbi dakikada 1200 kere çarpar. Saniyede 80 kanat çırpar. Kanat çırpmasına engel olursanız on saniyede ölürler. Sıradan bir kuş değil,
inanılmaz bir mucize! Ağır çekimde kanat çırpışlarını incelemişler ve ne görmüşler biliyor musunuz? Kanat uçları... Matematik sembolü "8" I biliyorsunuz değil mi? Sonsuzluk. Sonsuzluk!"


"Sinekkuşu sıradan bir kuş değildir. Kalbi dakikada 1200 kere çarpar. Saniyede 80 kanat çırpar. Kanat çırpmasına engel olursanız on saniyede ölürler. Sıradan bir kuş değil,
inanılmaz bir mucize! Ağır çekimde kanat çırpışlarını incelemişler ve ne görmüşler biliyor musunuz? Kanat uçları... Matematik sembolü "8" I biliyorsunuz değil mi? Sonsuzluk. Sonsuzluk!"


"Bazı insanlar, nehir kıyısında oturmak için doğar. Bazılarına yıldırım çarpar. Bazılarında müzik kulağı vardır. Bazıları sanatçıdır. Bazıları yüzer. Bazıları düğmelerden anlar. Bazıları Shakespeare'ı bilir."

"Bazıları annedir.Ve bazıları, dans eder..."

> from old user "Journey to Orient" 2009 <

Hatirlamak ve Hatirlatmak Güzeldir
Bu manada - esen kalin :)

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Ağaçtaki Balon

Küçük çocuk, baloncuyu büyülenmiş gibi takip ederken, şaşkınlığını gizleyemiyordu. Onu hayrete düşüren şey, “Bizim eve bile sığmaz” dediği o güzelim balonların adamı nasıl havaya kaldırmadığı idi.

Baloncu dinlenmek için durakladığında o da duruyor ve sonra yine takibe koyuluyordu. Bir ara adamın kendisine baktığını fark ederek ona doğru yaklaştı ve bütün cesaretini toplayarak:

-Baloncu amca, dedi. Biliyor musun benim hiç balonum olmadı.

Adam çocuğu söyle bir süzdükten sonra:

-Paran var mı? diye sordu. sen onu söyle.
-Bayramda vardı, diye atıldı çocuk, önümüzdeki bayram yine olacak.
-Öyleyse bayramda gel, dedi adam. Acelem yok, ben beklerim.

Çocuk sessizce geri döndü. O ana kadar balonlardan ayırmadığı gözleri dolu dolu olmuş, yürümeye bile mecali kalmamıştı. Bir kaç adım attıktan sonra elinde olmadan tekrar onlara baktığında, gördüklerine inanamadı.

Balonlar, her nasılsa adamın elinden kurtulmuş ve yol kenarındaki büyük bir akasya ağacının dallarına takılmıştı. Çocuk, olup bitenleri büyük bir merakla takip ederken, baloncu ona doğru dönerek:

-Küçük, diye seslendi. Balonları ağaçtan kurtarırsan birini sana veririm. Yapılan teklif, yavrucağın aklını başından almıştı. Koşarak ağacın altına doğru yöneldi ve ayakkabılarını aceleyle fırlatıp tırmanmaya başladı. Hedefine adım adım yaklaşırken duyduğu heyecan, bacaklarını kanatan akasya dikenlerinin acısını hissettirmiyordu. Sincap çevikliğiyle balonlara ulaştığında bir müddet onları seyretti ve dallara dolanan ipi çözerek baloncuya sarkıttı. Ancak balonlardan birisi iyice sıkıştığından diğerlerinden ayrılmış ve ağaçta kalmıştı. Çocuk onu kurtarmaya kalkışsa, dikenlerden patlayacağını çok iyi biliyordu. İster istemez balonu yerinde bırakıp aşağıya indi ve adama dönerek:

-Birini bana verecektiniz, dedi. Hangisi o?

Adam elini tersiyle burnunu sildikten sonra:

-Seninki ağaçta kaldı evlat, dedi. İstersen çık al.

Çocuk bu sefer ayakta bile duramadı. Kaldırım kenarına oturup baloncunun uzaklaşmasını bekledikten sonra, dallar arasında parlayan balona uzun uzun bakarak:

“Olsun”, diye mırıldandı. “Olsun.” Ağacın üzerinde kalsa da, bir balonum var ya artık..


19 Mayıs 2012 Cumartesi

Bugün ne Anneler Günü ne Babalar Günü :)

Bu Gün ne Anneler Günü nede Babalar Günü :) Yinede Bizim Cocuklar bize Sofra Hazirlamis.




Hernekadar Cocuk Isine kasi olsakda, böglesine Canlar Kurban :)



"Sizleri cok Seviyoruz" ve "Sürprizzzz" diye  Perdeyi araladılar. Janberk´imiz ve Şamil´imiz Kahvalti sofrasi Hazirlamis :) 
Ellerine Saglik ;)


Bizde eksikleri tamamlayip yumulduk Sevgiyle Muhabetle :) 


Sevgiyle - Muhabetle kalin 

Journey to Orient