29 Nisan 2012 Pazar

Cırcır Böceği



Bir gün New York' ta bir grup iş arkadaşı yemek molasında dışarıya çıkarlar, gruptan biri kızılderilidir.
Yolda yürürken insan kalabalığı, siren sesleri, yolda calışma yapan işcilerin araçlarının çıkardığı gürültü, araçların korna sesleri arasında ilerlerken kizilderili kulağına cır cır böceği sesinin geldiğini söyler ve aranmaya başlar.


Arkadasları bu gürültünün arasında bu sesi duyamayacağını kendisinin öyle zannettiğini söyleyip yollarına devam ederler.


Aralarından bir tanesi inanmasada onunla birlikte aramaya devam eder.
Kızılderili caddenin karşısına doğru yürür arkadaşıda arkasından takip eder ve o binaların arasında bir kaç tutam yeşilliğin arasında gercekten bir cır cır böceği bulurlar. Arkadaşı kızılderiliye "senin insanüstü güçlerin var bu sesi nasıl duydun" diye sorar, kizilderili ise bu sesi duymak için insanüstü güçlere sahip olmaya gerek olmadığını söyleyerek arkadaşına kendisini izlemesini söyler.


Kaldırıma geçerler ve kızılderili cebinden çıkardığı bozuk parayı kaldırımda yuvarlayarak atar. Bir cok insan bozuk para sesinin ceplerinden düşen bir paramı diye sesin geldiği yöne doğru bakar kızılderili arkadaşına dönerek,


- "gördün mü önemli olan nelere değer verdiğin ve neleri önemsediğine bağlıdır. Herşeyi ona göre duyar , görür ve hissedersin" der !...



 


28 Nisan 2012 Cumartesi

1.2.3.4 ...




Uzun zaman önce, dünya yaratılmadan ve insanlar dünyaya ayak basmadan önce, iyi huylar ve kötü huylar ne yapacaklarını bilemez vaziyette dolanıyorlarmış. Bir gün toplanmışlar;
ve her zamankinden daha sıkkın oturuyorlarken Saflık ortaya bir fikir atmış:
"Neden saklambaç oynamıyoruz?" Ve hepsi bu fikri beğenmiş ve hemen Çılgınlık bağırmış:
"Ben ebe olmak istiyorum." Başka hiç kimse Çılgınlığı arayacak kadar çıldırmadığı için, Çılgınlık bir ağaca yaslanmış ve saymaya başlamış. "1.2.3.4 " Ve Çılgınlık saydıkça, iyi huylarla kötü huylar saklanacak yer aramışlar.

Şefkat Ay’ın boynuzuna asılmış,

İhanet çöp yığınının içine girmiş,

Sevgi bulutların arasına kıvrılmış,

Yalan bir taşın altına saklanacağını söylemiş ama yalan söylemiş çünkü gölün dibine saklanmış.
Tutku dünyanın merkezine gitmiş, Para Hırsı bir çuvalın içine girerken çuvalı yırtmış. Ve Çılgınlık saymaya devam etmiş, "79.80.81.82.83." Aşkın dışında, bütün iyi ve kötü huylar o ana kadar zaten saklanmış. Aşk kararsız olduğu gibi, nereye saklanacağını da bilmiyormuş. Bu bizi şaşırtmamalı çünkü hepimiz Aşkı saklamanın ne kadar zor olduğunu biliriz. Ve Çılgınlık "95,96,97.." ye gelmiş ve 100 e vardığı an Aşk sıçrayıp güllerin arasına girmiş ve saklanmış. Ve Çılgınlık bağırmış. "Sağım solum sobedir, geliyorum." Arkasına döndüğünde ilk önce Tembelliği görmüş, o ayaktaymış çünkü saklanacak enerjisi yokmuş. Sonra Şefkat’i ayın boynuzunda görmüş ve İhaneti çöplerin arasında, Sevgiyi bulutların arasında, Yalanı gölün dibinde ve Tutkuyu dünyanın merkezinde, hepsini birer birer bulmuş sadece biri hariç. Ve Çılgınlık umutsuzluğa kapılmış, en son saklı olanı bulamamış. Derken Haset, Aşkın bulunamamasından haset duyarak, Çılgınlığın kulağına fısıldamış:

"Aşkı bulamıyorsun, o güllerin arasında." Ve Çılgınlık çatal şeklinde tahta bir sopa almış ve güllerin arasına çılgınca saplamış, ta ki yürek burkan bir haykırma onu durdurana kadar. Ve haykırıştan sonra Aşk elleriyle yüzünü kapayarak ortaya çıkmış, ve parmaklarının arasından iki sicim kan akıyormuş gözlerinden. Çılgınlık Aşkı bulmak isterken heyecandan, Aşkın gözlerini kör etmiş.
"Ne yaptım ben? Ne yaptım ben?" Diye bağırmış. "Seni kör ettim. Nasıl onarabilirim?"
Ve Aşk cevap vermiş:

"Gözlerimi geri veremezsin ama benim kılavuzum olabilirsin."

O günden beri, aşkın gözü kördür ve çılgınlık her zaman yanındadır.i

Sevgilerimizle ;)


Hikaye: alıntidır.

27 Nisan 2012 Cuma

25 Nisan 2012 Çarşamba

Mümkün Olsaydı…da hergün 23 Nisan olsaydı

Mümkün Olsaydı…


Çocuğumu yeniden yetiştirmem mümkün olsaydı:


Ona işaret parmağımı kaldırıp yasaklar koymak yerine,
parmaklarıyla resim yapmayı öğretirdim.


Hatalarını daha az düzeltir,
onunla daha cok yakınlık kurmaya çalışırdım.


Onu sadece gözlerimle izler,
saat kısıtlamaları koymazdım.


Daha bilgili olmaya çalışır,
daha cok şefkat gösterirdim.


Onunla daha çok yürüyüşlere çıkar,
uçurtmalar uçururdum.


Ona karşı ciddi bir tavır içinde olmak yerine,
onunla oyun oynardım.


Onunla kırlarda koşar,
yıldızları seyrederdim.

Onunla daha az çekişir,
ona daha çok sarılırdım.


Önce benlik saygısı kazanmasını sağlar,
sonra bir ev almaya çalışırdım.


Ona her zaman katı davranmaz,
onu daha çok onaylar ve yüreklendirirdim.


Güç konusunda daha az ders verir,
sevgi konusunda daha çok şey öğretirdim.

Diane Loomans

Internet yaşamdır?



“Elektronik iletişim, tarihin kaydedilmemesi demek, tarihin yok olması demek, tarihin olmaması demek. Eskisine göre belleği neredeyse sonsuz dijital ortamlarda, belki her zamankinden çok kayda geçiriyoruz yaptıklarımızı, ancak her şey de her zamankinden daha kolay yok ediliyor, daha çok siliniyor.

Telefonla, kolaylıkla silinen e-postayla tarihçilerin en kıymetli malzemelerinden birisi olan mektup tarihe karıştı. Artık posta kutularımızdan tek çıkan faturalar ve reklamlar. Kendine özgü bir edebi tür sayılabilecek aş mektubu da yok artık. Elekronik ortamda anonim aşklar bilgisayar oyunlarında, tabiri caizse kansız savaşlar gibi. Aşk mektubunun ortadan kalkmasıyla, çağımızda aşkın ifadesini, aşk ilişkilerini acaba nasıl anlayabilecek, hangi malzemeye göre değerlendirecek geleceğin tarihçileri?

Evet, eskisinden daha çok haberleşiyoruz. Ama yazdıklarımız oluşur oluşmaz silindikçe, geçmişimizden iz bırakmıyoruz.”

Gündüz Vassaf, Tarihi Yargılıyorum, İstanbul: İletişim, 2007, s. 57

22 Nisan 2012 Pazar

Kelebek Ve Adam

8 Nisan 2009 Çarşamba
Iyi kalpli, yalniz bir adam, bir gün bir koza bulur. Kozanin icinde kücük bir tirtil vardir. Adam çok sever bu tirtili, onunla tüm yalnizligini, tüm sevgisini paylasir.Gel zaman git zaman tirtil büyür, güzel bir kelebek olur.



Adam, kelebegine hayran... birakamaz bir türlü... Aslinda kelebegin aklinda daglar, kirlar,çiçekler vardir da; kiyamaz bir türlü adama ve sevgisine, yalniz birakamaz onu... Üç günlük ömrünü sevildigi ve sevdigi yerde geçirmeye hazirdir...

Ama adam bilir ki; "Sevmek bazen vazgeçmeyi de bilmektir" ... Kelebegine son kez bakar ve onu saliverir özgürlügüne, kirlarina, çiçeklerine dogru... Kelebek mutlu olmasina mutlu olur ama hiç bir meltem, hiç bir çiçek yapragi adamin avucunun sicakligini andirmaz...

Aklinda adam, o çiçek senin bu çiçek benim dolasir saatlerce... Adam bir kelebege sevdali, bakip durur bosluguna. Kelebekse hala konacak sicak bir avuç aramakta... Böylece kelebek sunu anlar: BAZEN AIT OLDUGUMUZ YER ORASIDIR; SICAK BIR
AVUCTUR BILIRIZ AMA O YERIN BIZE AIT OLMA IHTIMALI BIR HIÇTIR ... Böylece adam sunu anlar: HIÇ BIR SEVDAYI YALNIZCA SEVGIYLE YASATAMAZSINIZ...



O günden sonra kelebek, adama duydugu özlemi gömecek bir dag aramaya baslar, ama gücü tükenene dek arayis da bulamayinca anlar ki; HIÇ BIR DAG
BIR ÖZLEMI GÖMEBILECEGINIZ KADAR BÜYÜK DEGILDIR ... Adamsa sevdasini koyar simsicak avuçlarina; kelebegin yerine...

Herkes birşeyler yaşar; iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış. Yaşadıklarından bir çıkarım yaparak hayatına bir yol verir, aynı zamanda düşüncelerine de...



BIRAK SEVGİ SENİ BULSUN!!!

20 Nisan 2012 Cuma

Hayat Vermek




Yazılarını yazmak üzere okyanus sahillerine giden bir yazar, sabaha karşı sahilde dans eder gibi hareketler yapan birini görür. Merak eder ve odasından çıkarak o yöne doğru gitmeye başlar. Biraz yaklaştığında bu kişinin sahile vuran deniz yıldızlarını okyanusa atan genç bir adam olduğunu fark eder.,



Yazar genç adama yaklaşarak sorar:
- Neden deniz yıldızlarını okyanusa atıyorsun?
Genç adam cevap verir:
- Birazdan güneş yükselip sular çekilecek. Onları suya atmazsan ölecekler.



Yazar sormaya devam eder:
- İyi ama kilometrelerce sahil ve onbinlerce deniz yıldızı var. Bunlardan birkaçını ha atmışsın ha atmamışsın, ne değişecek?
Genç adam yazarı dinledikten sonra bir süre ufka, denize ve sahile doğru bakar ve yeniden eğilerek kumların arasından bir deniz yıldızı alarak denize atar ve daha sonra yazara döner ve der ki:
- Onun için çok şey değişecek...



Yazar, genç adamın yaptığının olup biteni izlemek yerine bir şeyler yapmak olduğunu anlar ve ona katılarak bütün sabahı okyanusa deniz yıldızı atarak geçirir.

İNSANIN EVRENSEL MİSYONU, HAYATA KENDİNDEN BİR ŞEYLER VERMEK DEĞİL MİDİR?


Hikayeler: Tüm Dünyadan

Güneş damlarcasina icime... yada Bahçemde Yeşeren Umutlar ...


 İyi ki varsın,


İyi ki sevmişim seni




Hem aldın, hem çaldın




Helal sana 



Yok istemem diyen gönlüm



Çöle bile razı şimdi







Yanlış yola giden bendim




Lütfen dön gel 



Ben yazdım kadere hüznü perişanı




Sonu gelmez yine de bitemez ümitler



Ama yoksa bahçemin eski şanı



Sebebi koparılan çiçekler

"Koparilan Cicekler"

 

19 Nisan 2012 Perşembe

Tuz ve Su

3 Şub.2009

Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli her şeyden şikâyet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Hayatındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi. Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı.
"Tadı nasıl?" diye soran yaşlı adama öfkeyle:
"Acı" diye cevap verdi.
Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu:
"Tadı nasıl?"
"Ferahlatıcı" diye cevap verdi genç çırak.
"Tuzun tadını aldın mı?" diye sordu yaşlı adam,
"Hayır" diye cevapladı çırağı.
Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi:
"Yaşamdaki ıstıraplar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok.
Istırabın miktarı hep aynıdır. Ancak bu ıstırabın acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Istırabın olduğunda yapman gereken tek şey ıstırap veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir.
Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış !" ;)

18 Nisan 2012 Çarşamba

BİLGE VE KRAL

BİLGE VE KRAL

12 Eylül 2009



Bir zamanlar bir kralın aklına şöyle bir fikir geldi:

"Eğer bir işe ne zaman başlayacağımı, kimi dinleyeceğimi ve yapmam gereken en önemli işin ne olduğunu bilseydim, giriştiğim her işi başarırdım."dedi.


Krallığının dört bir yanına, kim kendisine her iş için en uygun anı, bu iş için en uygun kişinin kim olduğunu ve yapılması gereken en önemli şeyin ne olduğunu öğretirse ona büyük bir ödül vereceğini ilan ettirdi.



Bilgeler kralın huzurunda toplandılar, fakat sorulara verilen yanıtlar birbirinden çok farklı oldu.



Kral hâlâ doğru yanıtları aradığı için, yakınlardaki bir bilgeye danışmaya karar verdi.


Bilge kişi, hiç ayrılmadığı bir ağaç kovuğunda yaşıyor, yanına halk dışında kimseyi kabul etmiyordu. Bu nedenle kral, halktan biri gibi giyindi ve yola düştü.



Bilgenin yaşadığı kovuğa yaklaştıklarında kral atından indi korumalarını orada bıraktı ve yola tek başına devam etti.



Bilgenin yanına vardığında onu, çiçek kanalları kazarken gördü. "Ey bilge kişi, size birkaç önemli konuda danışmaya geldim." dedi ve sorularını sormaya başladı: "Doğru şeyi doğru zamanda yapmayı nasıl öğrenebilirim? En fazla gereksinim duyduğum, dolayısıyla ötekilerden daha fazla ilgilenmem gereken kişiler kimdir? En önemli ve her şeyden önce gelen sorum ise şudur: Kendimi vermem gereken işler nelerdir?" Bilge, büyük bir dikkatle kralı dinledi, fakat bir cevap vermedi. Ve yapmakta olduğu işini sürdürdü. Kral "yoruldunuz, küreği bana verin de siz biraz dinlenin." Dedi.

Bilge kişi, "Sağ olun" dedi ve küreği krala verdi, yere oturup dinlenmeye başladı. Kral, iki tarh kazdıktan sonra sorularını yineledi. Bilge kişi ona cevap vermek yerine ayağa kalktı, elini küreğe uzattı ve "Siz biraz dinlenin. Bir parça da ben çalışayım "dedi. Fakat kral ona küreği vermedi, tarh kazmayı sürdürdü. Saatler birbirini kovalıyor, güneş yavaş yavaş ağaçların ardında batmaya başlıyordu. Sonunda kazmayı toprağa saplayıp, bilgeye döndü:" Ey bilge kişi, senin yanına sorularıma bir yanıt bulmak için geldim. Eğer cevap vermeyeceksen söyle de evime gideyim.


Bilge kişi gözlerini uzaktan koşa koşa kendilerine yaklaşan adama dikti ve "Bak, biri koşarak buraya geliyor, bakalım kimmiş ve ne istiyormuş?" Kral arkasını döndüğünde, bir adamın kendilerine doğru koşarak geldiğini gördü. Adamın karnına bastırdığı ellerinin arasından kanlar sızıyordu. Kral ve bilgenin yanına gelince kendinden geçercesine inledi ve bayılıp yere yığıldı. Kral ve bilge, adamın üstündeki elbiseleri çıkardılar.



Karnında büyük bir yara vardı. Kral yarayı elinden geldiğince yıkadı, mendiliyle ve bilgenin havlusuyla yarayı sardı ve kanı durdurdu. Adam bir süre sonra kendine geldiğinde su istedi. Kral dereden taze su getirdi, verdi. Bu arada akşam olmuş hava soğumuştu. Kral, bilgenin de yardımıyla yaralıyı kovuğa taşıyarak yatırdı. Yatağa uzanan adam hemen derin bir uykuya daldı. Kral, koşuşturmaktan ve yapmış olduğu işlerden dolayı öylesine yorulmuştu ki eşiğin dibine çöktü ve orada uyuyakaldı, kısa yaz gecesi deliksiz bir uyku çekti. Sabah uyanınca, yatakta uzanmış ve canlı gözlerle dikkatlice kendine bakan yabancının kim olduğunu anımsamaya çalıştı. Kralın uyandığını gören adam, zayıf bir sesle "Beni affedin" dedi krala. Kral, "Sizi tanımıyorum, üstelik affedilecek bir şey yapmadınız ki" dedi ama adam konuşmasını kesmedi: "Siz beni tanımıyorsunuz, ama ben sizi tanıyorum "dedi. "Ben, kardeşimi astırdığınız ve mallarını elinden aldığınız için sizden öç almaya yemin etmiş bir düşmanınızım. Tek başınıza bilge kişiyi görmeye gittiğinizi duydum ve dönerken yolda sizi öldürmeye karar verdim. Ama akşam olduğu halde dönmediniz. Ben de pusuya yattığım yerden kalkıp sizi aramaya koyulduğumda, korumalarınıza yakalandım. Onlar beni tanıdılar ve öldürmek istediler. Ellerinden kurtuldum ama yaralıydım; yaramdan kan akıyordu. Siz dün akşam yaramı sarmasaydınız, kan kaybından ölürdüm. Ben sizi öldürmek istedim ama siz benim yaşamımı kurtardınız. Eğer yaşarsam, şu andan sonra en sadık köleniz olarak size hizmet edeceğim ve oğullarıma de aynı şekilde yapmalarını emredeceğim. Affedin beni..."

Kral, düşmanıyla bu denli kolay barıştığı ve onun dostluğunu kazandığı için çok mutlu oldu. Onu yalnızca affetmekle kalmadı, uşaklarını ve kendi doktorunu gönderip onun tedavisini yaptıracağını söyledi. Ayrıca, el konulan tüm mallarının geri verileceğini de bildirdi. Yaralı adamla vedalaşan kral, kapının önüne çıktı ve orada çiçek tarhı kazmakta olan bilgeden sorularına cevap vermesini bir kez daha istedi.
"Siz, beklediğiniz yanıtı çoktan aldınız" dedi bilge ve şöyle sürdürdü sözlerini:
"Dün eğer benim güçsüzlüğüme acımasaydınız, buradan ayrılacaktınız ve geri dönerken şu adamın saldırısına uğrayacaktınız. Yani dün sizin için en önemli an, tarhları kazdığınız andı. Sizin için en önemli kişi bendim ve sizin için en önemli iş, bana yardım etmekti. Sonra yaralı adam koşarak geldi yanımıza. Sizin için en önemli an, onunla ilgilendiğiniz andı. Çünkü eğer onun yaralarını sarmasaydınız, o adam sizinle barışmadan ölecekti. Dolayısıyla sizin için en önemli kişi o idi. Ve yine o zaman en önemli işiniz de, onun için yaptıklarınızdı."


Bilge bunları söyledikten sonra, krala bir de öğüt verdi: Sizin için en önemli anın, içinde bulunduğunuz an olduğunu hiçbir zaman unutmayın. Çünkü yalnızca o an elinizden bir şey gelebilir. Sizin için en önemli kişi ise, o an birlikte olduğunuz kişidir. Çünkü hiç kimse, bir başkasıyla bir daha görüşüp görüşmeyeceğini bilemez. Ve sizin için en önemli iş ise iyilik yapmaktır. Çünkü insanın dünyaya gelmesinin tek nedeni budur...


Hikaye Net Dünya
Resimler The Fall 2006

15 Nisan 2012 Pazar

evdeki esyalari degerlendirmeyi seviyorum ;)

köse lambama kelebekler kondurdum... böylesi bence cok daha cici oldu :)


 Evdeki ayakkabi kartonu ,yogurt kabi,ve konserve kablarimi yapiskanli folyo ile kapladim..dolap icinde ve üstünde cok daha yakisikli duruyorlar :D
 Bu saat cocuklarim artik istemediklerini söylediler..bende atmaya kiyamadim herzamanki gibi;)bakin yeni hali hole nasil güzellik katti..



 bir blogta görmüstüm dergi yapraklari ve tutkaldan  cöp tenekesi yapmislar nerdeyse 50 santim uzunlukta..ama benim sabrim okadar büyütmeye yetmedi :) ancak mumluk oldu ...


 Eski bir tahta kutu malesef ilk halini resmetmeyi unuttum . kirmizi boyaninca uzerine sablonla yaptigim altin rengi desenle birlikte cok hos bir taki kutusu oldu..cok sevdigim bir ablama hediye edecegim..



 Kücük oglum dis kasimayi biraz abartip koltugumun kolluk yerlerini kemirince ne yapicagimi düsündüm. Daha önce koltugumu kapladigim kumasin artan parcasindan aklima kumandalik yapmak geldi .. hem cirkin görüntüden kurtuldum hemde kumandalarimin artik bir yei var ;)


 ilk teneke kutu kaplama deneyimim :) kot ve dantel ikilisi cok uyumlular...

 himm tanistirayim gelin hanim ve damat bey :D bir katologda görmüstüm telefon sarjligi satiliyordu. `"Kendi telefon sarjligini kendin yap "dedi icimden bir ses..;)tabi onlar bunlara pek benzemiyor ama bunlarda fena olmadi bence;) üstelik cok ta kullanisli, sarj aletimi aramak,sarja taktiktan sonrada telefonumu koyacak yer aramaktan kurtuldum... :)
  evdeki eski bir fermuardan sac bandima süs yaptim bence cok güzel oldu. hediye vermeyi cok severim bunuda verdim güle güle kullansin ;)
 Bebek patigi yapmayi denedim.dikis konusunda pek marifetli degilim,cocuklardan kalan eski bir kot parcasi birazda kece ile iste bukadar oldu ancak..ilk denemeye göre fena sayilmaz ama degilmi ;)


 bu kapladigim 2.yogurt kabi.. icine de elisi malzemelerimi koyuyorum cok kullanisli...